SELCAN TAŞÇI, KÜRDİSTAN PROJESİ ÜZERİNDEN TÜRKLÜĞE VURULAN DARBENİN İZİNİ SÜRDÜ... BAŞLARKEN... Kim ne kadar farkında veya kimin ne kadar umurunda bilemiyorum ama gelecekte her birimiz için sayfalar hatta ciltler ayrılmış olacak tarih kitaplarında; Öyle günlerden geçiyoruz. Kimi devletlerin/imparatorlukların “kuruluş” devri, kimilerinin “parçalanma” ve “çöküşleri” yaşanıyor gözümüzün önünde; İdeolojiler güncelleniyor... Dinler dönüştürülüyor... Devletler “formatlanıyor”... Sınırlar değişiyor; Ve rejimler... “Saltanat”lar el değiştiriyor. Öyle ya da böyle, biz de müdahiliz bu sürece; Kimimiz sessizliğimizle, kimimiz direnişimizle, kimimiz didinişimizle... Ama illa ki, “Yeni Türkiye”nin, “Yeni Orta Doğu”nun, “Yeni Balkanlar”ın, “Yeni Akdeniz”in, “Yeni Kafkaslar”ın, “Yeni Avrasya”nın, “Yeni Dünya”nın harcının karılıp artık duvarlarının örülmeye başlandığı bu dönemin yapımcıları, yönetmenleri, sponsorları, aktörleri, figüranları, - en fenası- izleyicileri olarak not düşüleceğiz tarihe. Tarih, yazanının anlattığı şeydir ya aslında; En azından nefretle değil ibretle anılalım, anlaşılalım diye giriştik bu işe. Adım adım yürüyeceğiz; dünden bugüne. Olayları harmanlamadan, yoruma boğmadan, sadece peşi sıra dizerek, “hatırlayarak” ilerleyeceğiz; neymişiz, ne olmuşuz, ne olmaya yol alıyoruz onu göreceğiz. Velakin “kronoloji” kendi başına bir ilim; dolayısıyla istedik ki bütün bu yılları, coğrafyaları, olayları gezerken bir de mihmandar edinelim: Balyoz ve Ümraniye davalarının “kilit” hedefi “Türk Ordusu” önde biz arkada çıkıyoruz yola... Kâh Diyarbakır, kâh Erbil, kâh Washington, kâh Oslo, kâh Ankara, kâh İmralı dolaşacağız yıllar boyunca; Son durağımız Silivri olacak nasıl olsa! Beyaz Saray Ulusal Güvenlik Danışmanı Zbigniew Brzezinski’nin CIA’ya hazırlattığı raporla “Kürt sorunu” resmen doğmuş oldu. “Kürt projesi”nin kumanda merkezi CIA Ümraniye ve Balyoz “operasyonları”, PKK ile müzakerelerin ve İmralı’daki cani Öcalan’la mutabakatın, dikensiz gül bahçesinde yapılabilmesi için yol temizliği miydi? PKK’nın Bekaa’ya yerleştirilmesinin, ABD’nin Hazar ve Orta Doğu petrollerini kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya kaldığı günlerde gerçekleşmesi tesadüf mü? Özel Yetkili İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi, Silivri’de görülen ve 250’si tutuklu 365 TSK mensubunun yargılandığı Balyoz Davası’ndaki kararını açıkladığında, şöyle seslendi sanıklardan biri: - Türk Ordusu burada şehit edildi! İyi de bir devlet neden biricik teminatını kendi elleriyle imha etsindi ki? Diğeri ekledi: - Amaç Kürdistan’ı kurmak! O gün, spor salonundan bozma mahkeme yerinde aklıma ilk gelen, 14 Mart 2010’da Newsweek’te yayınlanan Owen Matthews imzalı analizdi: - Türk Ordusu yenildi! Nitekim 11 ay sonra, Özel Yetkili İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi, aynı salonda açıkladığı hükmüyle, PKK’lı Şemdin Sakık’ın gizli (!) tanıkları, PKK terör örgütü başı Abdullah Öcalan’ın İmralı’daki sorgulamasını yapan Emekli Jandarma Albay H. Atilla Uğur ile terörle mücadelede görev almış çok sayıda askerin sanıkları arasında bulunduğu Ümraniye Davası’nın “1. Aşaması” nı, Türkiye Cumhuriyeti’nin 26. Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’u “terörist” ilan ederek sona erdirdi. Karar Türk Milleti için “kabul edilemez”di; Toplum “pusucu”ların istediği kıvama gelmişti. Son dönemde güya -nihayet- Silivri davalarındaki hak ve hukuk ihlallerinin farkına varan ileri demokratlar dahil medya egemenleri söz birliği etmiş gibi “telafi” yolunu işaret etti: “Genel af” ilan edilmeli; helalleşilmeliydi! (Üç vakte kalmadı o gün “yok canııım, ne münasebet” diye inkar ettiği bu “söylenti”, Diyarbakır’da Barzani’nin şahitliğinde “toplumsal barış” diye projelendirdi.) Artık üzerini örtmeye dahi gerek duymadıkları detay şu ki; bahsi geçen “af projesi” İmralı’daki caniyle yapılan mutabakat maddelerinden biriydi. Hep birlikte düşünelim şimdi: Öcalan’ın Kenya’dan getirilmesi operasyonunu yöneten eski Özel Kuvvetler Komutanı Emekli Korgeneral Engin Alan’a, daha 1999 yılında, Öcalan’la ilgili olarak, “Bir gün gelecek o Ankara’ya gelecek ben İmralı’ya gideceğim” dedirten neydi? Tayyip Erdoğan’a en yakın birkaç kalemşordan biri Mustafa Karaalioğlu, Star’daki köşesinde Öcalan’la görüşmelerin nasıl böyle rahat yürütülebildiğini anlatırken sarf ettiği ” Çünkü en temel engel ortadan kalktı; askeri vesayet tarih oldu “ cümlesiyle aslında ne demek istemişti? İlk eylemin zamanlaması Türkiye, “Kürdistan”ı kendi elleriyle kurmaya “ikna edilmiş” olabilir miydi? Yoksa “sürüklendi” mi, “itildi” mi? Tam da bu sorulara kafa yormaya başladığım sırada, Balyoz Davası’nda 18 yıl ceza alan emekli Orgeneral Ergin Saygun’un “Türk Ordusuna Balyoz” kitabı çıktı karşıma. Kara Kuvvetleri Kurmay Başkanlığı, Genelkurmay 2. Başkanlığı, 1. Ordu Komutanlığı görevlerinde de bulunan Saygun, 1978’de Afganistan’da meydana gelen “Sovyet yanlısı darbe” ve 1979’da Humeyni’yi İran’a döndüren “İslam Devrimi ”yle birlikte, ABD açısından Hazar ve Orta Doğu petrollerinin tehlikeye girdiğini anımsatarak, şöyle bir soru yöneltiyordu kitapta: - PKK’nın adını ilk kez duyurduğu “Şanlıurfa eylemi”nin (AP Milletvekili Celal Bucak’ın 8 yaşındaki oğlunu katletmişlerdi) de bu yıllara (1979) rastlaması bir tesadüften mi ibaretti? Bu sorunun cevabını arayacağımız adres belli. Bakalım Türkiye’nin freni patlamış kamyon gibi 12 Eylül 1980’e yuvarlandığı günlerde Washington’un “Kürtler”e ilgisi ne düzeydeydi? Brzezinski’den 3 kritik soru CIA Başkanı Stansfield Turner’ın 16 Mayıs 1979 tarihli “Çok Gizli” damgalı notunda, Beyaz Saray Ulusal Güvenlik Danışmanı Zbigniew Brzezinski’nin üç kritik soruya verdiği üç kritik cevap saklıydı. İşte Yılmaz Polat’ın “CIA Pençesinde Açılım” kitabında yer verdiği o üç soru ve cevapları: * İnsan kaynaklarımız ve teknik istihbarat kaynak durumumuz nedir? Kürt sorunuyla ilgili arşiv geliştirmek için çabalar sürüyor; dengeleme yeteneğimiz zayıftan iyiye doğru gidiyor. Dışişleri raporu Ankara, Tahran, Kuveyt, Moskova ve Şam’daki büyükelçiliklerimizden geliyor. Adana, Türkiye Kürtleriyle ilgili en iyi kaynaktır. Burası mali yılda kapanırsa bilgi akışı büyük zarar görecektir. Irak ve Tahran’la ilgili olarak Dışişleri’nin verdiği bilgilere göre, siyasal engeller ve gezi kısıtlamaları bilgi akışını engelliyor. Ankara ve Tahran savunma ataşeliklerinin Türkiye’de etkin bilgi toplama programı var. Ancak özellikle Tahran’daki Dışişleri görevlilerinin, karşılaştıkları aynı siyasi engeller ve gezi kısıtlamaları nedeniyle, bilgi toplama olanakları sınırlıdır. Öteki bölge ülkelerindeki savunma ataşeliklerinin ve Moskova savunma ataşeliğinin de Kürt sorunuyla ilgili bilgi iletme görevi vardır. Gerek Dışişleri’nin gerekse Savunma Bakanlığı’nın verdiği bilgiler ikinci ve üçüncü ülke kaynaklarından gelmektedir. Kürt gazeteci siparişi * Sovyetler Birliği’nden gelen açık kaynak materyalinin kullanım değeri nedir? Kürt sorunuyla ilgili açık kaynaklardan bilgi toplama olanağı çok zayıftır; çünkü FBIS (Foreign Broadcast Information Service - Yabancı Yayınlar Bilgi Servisi)’in şu anda Kürtçe yeteneği yoktur ve Kürt yanlısı olmayan medyada yayınlanan bilgiler de sınırlıdır. Kürt dilini bilen görevli bulunması için çalışılmaktadır. Kürt medyası dışındakilerin haberlerinde Kürt aşiretleri, askeri kuruluşların planları, niyetleri ve benzeri konularda bilgi bulunmuyor. FBIS Kürt sorunuyla ilgili iki Kürt gazeteci sipariş etti... Bir Amerikan istihbarat karargahı olarak Adana Brzezinski’nin üçüncü sorusu “Kürt direniş hareketlerine dış destek konusunda ABD’nin bilgisinin ne düzeyde olduğu ”ydu. CIA, bu soruya cevaben kendisine “Libya, İsrail ve Sovyetler Birliği”ni kapsayan ayrıntılı bir rapor sundu. CIA’nın, -hâlâ gizlilik derecesi kaldırılmadığı için büyük bölümü okunamayan- “Collection Summary; The Kurdısh Problem” başlıklı ek değerlendirmesini de okuyan Brzezinski, 1980 yılı mali bütçesini hazırlarken Adana’yı da “kapatılacak konsolosluklar” arasına alan ABD Başkanı Jimmy Carter’a karşı çıktı: - Irak ve İran’dan zaten sınırlı bilgi sağlıyoruz. Görevlilerimizin bu ülkelerde gezileri siyasi gerekçelerle engelleniyor. Türkiye ve İran’da birer askeri ataşemiz var. Bağdat’ta ise yok. Ataşemiz Türkiye’de Kürt sorunuyla etkin biçimde ilgileniyor. Brzezinski’nin bildirdiğine göre “Türk Hükümeti, Kürtlerin yaşadığı bölgelerde Büyükelçilik görevlilerine tanıdığı gezi özgürlüğünü, konsolosluklara da tanıyor”du. Ve böylece de Adana, ABD için Orta Doğu’ya açılan en stratejik “istihbarat karargahı”na dönüşüyordu. YARIN: CIA HEDEFİ TESPİT ETTİ; TÜRKLÜK http://www.yg.yenicaggazetesi.com.tr/habergoster.php?haber=91443

http://www.yg.yenicaggazetesi.com.tr/habergoster.php?haber=91443

Beliebte Posts

YALAN MAKİNASI TAYYİP’İN DEDELERİ NASIL ÖLDÜ? Geçenlerde bir dostumla buluşmak için bir köy kahvesine gittim. Tam kapıdan içeri adım attım ki, televizyonda yine Tayyip... Döktürüyor şerefsiz... En az 20 kişi pür dikkat izliyor. Suratından ve sesinden öyle tiksinmişim ki, geri dönüp kendimi dışarı attığım anda bir cümlesi kulaklarımda yankılandı: "Benim dedem de Sarıkamış'ta donarak şehit olan 60 bin mehmetçiğin arasındaydı." Kulaklarıma inanamadım: "Siktir şerefsiz" diye bağırmışım, kahvedeki köylüler birden ayağa kalkarak bana bakmaya başladı. Karşılarında yabancı bir vatandaş gören köylüler: "Doğrusunu söyle de biz de öğrenelim" dediler. Aralarına oturdum, hem anlattık, hem çaylarını içtim. Anlattıklarımın özeti şuydu: Ana tarafından dedeleri Gürcüydü ve hepsi eceliyle ölmüştü. Baba tarafından dedeleri Rum'du, ikisi hariç hepsi eceliyle ölmüştü. Asılarak ölen dedesi Memiş, Gürcü Çetelerle ve Ermeni çetelerle bir olmuş, onlarca Osmanlı askeri öldürmüş, onlarca Türk kadına tecavüz etmişti. Bakatoğlu isyankar Memiş adıyla ün yapan bu dede, Osmanlı askerlerince asılarak idam edildi. Memiş’in oğlu Bakatoğlu (isyancıoğlu) Teyyup da öldürüldü. Fakat bu dedenin neden öldürüldüğü aydınlatılamadı. Kıskançlık krizine giren bir Rum koca tarafından öldürüldüğü söylense de, Tayyip yandaşı bazı tarihçiler “vakıf arazisi” hikayeleri uydurarak, Tayyip’in dedesini “hak yemeyen namuslu bir vatandaş” olarak anlattılar. Dahası, Tayyip’in yalakası tarihçiler, dede Teyyup’u beş vakit namaz kılan bir hafız olarak tanıttıkları gibi, camide namaz kılarken öldürüldü yalanını uydurdular.... Oysa dede Teyyup Hıristiyan’dı… İşte uçkurubozuk bu dedenin adını mini minnacık toruna koydular, Recep’in ikinci adı Teyyup oldu… Fakat Nüfus Müdürlüğü’ndeki memur adını yanlışlıkla Teyyup yerine Tayyip yazınca… Recep Teyyup oldu Recep Tayyip… Büyüdü futbolcu oldu, Başbakan oldu ve başımıza bela oldu… Sözün kısası: Sarıkamış dağlarında ölen Mehmetçiklerimizin arasında Tayyip’in dedelerinden hiç biri yoktu. Ölen Mehmetçiklerimizin sayısı 60 bin değil, 23 bindi… (Allah rahmet eylesin). Yalancının mumu tam 11 sene yandı… Namussuz şerefsiz hırsız yoldaşları yalakaları sayesinde… Diyorum ya her zaman Allahsızlar ve Kitapsızlar Partisinin şerefsiz neferleri… Allah belanızı versin… Kenan Akkuş (esrehber) http://kenanakkus.blogspot.fr/2013/12/yalan-makinasi-tayyipin-dedeleri-nasil.html